kelime
 
CÜZZAMLI KELİMELER
Bir elimde yağmur, güneşi kovuyordum tüm kovuklardan, yağmur savuruyordu saçlarımı. Güneş kavurmasın diye rüzgâr alıp elime el sallıyordum güneşe.
Yoktum aslında ben. Kendiliğimden yok olmuş, yok olmayı seçmiştim. İnsandım neticede, varlığımdan haberi yoksa kimsenin, yok olmak daha evla değil miydi?
Tepemde salınıyordu yağmur, ha düştü ha düşecek kıvamındaydı buluttan. Bulut vefasız çıksın istiyordum. Salıversin üzerime. Eylül’e hoş geldin deme fırsatı sunsun. Eylül girsindi artık koynuma.
Kime niyet acılarım vardı, tattırmıştım niyetime mukabil. Kimseye kısmet olmadı ondan başka. Kısmetsizdi herkes acılarımdan…
Acıların açtığı yaralarından habersizdi herkes.
Akşam oluyordu gene, bir ikindi kurnazlığı geride kalıyordu. İkindi yağardı yağmur yüreğimden, gözlerimden gece yağardı, bulutlar her daim gebe.
Sokak lambalarının gece olunca bir amacı yoktu. Dik dururlardı, eğik olurdu kiminin başı, aydınlatırlardı karanlığı, sinekler üşüşürdü başlarına; amaçları yoktu sokakta yanarken bile. Sokak lambalarını dikenlerin vardı amacı.
Şiirlerimin, hikâyelerimin de bir amacının olmadığı doğruydu. Kimin ruhuna giydirmeye çalışsam cuk diye oturuyor, yakışıyordu herkese. Rüzgârın yakıştığı, yağmurun yakıştığı, beni yatıştırdığı gibi.
Toplayıp başıma cüzamlı her kelimeyi, tedavi etmeye yeltenmiyordum. Kelimeler tek başına öyle özgürdüler, öyle amaçsız, öyle savruktular ki. Kalabalık oluyorlardı bir araya gelince, kendilerini iyileştirme çabası gütmeden, kurtulma çabasından yoksundular cüzamlı hallerinden.
Salıyordum öyle rüzgârın önüne bazı. Savrulup gidiyorlardı serseri kurşun gibi. Beyni olan çeviriyordu kafasını, ölmüyor; beyni olmayanı zaten değse de öldürmüyordu kelimelerim.
İçmeden sarhoş gibiydiler bazen kelimelerim, çay içmesem ayılmayacak.
Nizami bir şekilde başkaldırıyorlardı kimi zaman. Bakmadan aksak ayaklarına, yayla göçüne çıkmak istiyorlardı.
En öndeki topal eşek gibi, ha bire seğirtiyor, ardından koşmaya heves bırakmıyordu. Yüklü de değildi üstelik. Pınarın başından içiyordu suyu bir kısmı, uyuz eşek!
Sürüden ayrılmaya cesareti olanları topluyordum ben de başıma. Başına buyruktu onlar, benim gibi. Hizaya sokacağım diye korkar oldular benden. Kolay mı güven tesis etmek? Etmedim de!
Rüzgâr güneşi kovalayadursun, ellerimdeki yağmur çekedursun isyan bayrağını. Çiçekler boynunu bükmüş, güneş nidası yükseltiyorlardı göğe, bana ne!
Kimisi Eylül’e selam çakıyordu, yan gözle bakıyordu kimisi de. Vücut ısıtma derdine düşenlerin mevsimi değildi Eylül! Ben ellerimde yağmur, bekliyordum Eylül’ü. Kelimelere takla attırma mevsimiydi sanki biraz da! Salıvermek, cüzamlı ve haşerat barındırmayan kelimeleri, kendi iklimime!
Kulaklarım niye kapalı ki insan sesine, insan algısına ve insan sevgisine niye kapalı yüreğim? İnsan aklına da öyle! Sırtımda kalınlaşmış bir deri, hissetmiyorum hiç, en samimi sevgilerle sıvazlayan en masum elleri.
Gözlerimin manzarası da eskisi gibi değil artık, kırpmadan bakmak istiyorum karşımdaki duvara. Ara sıra nefes aldırmıyor değilim gökteki yıldızlara bakıp, gözlerime!
Yoldan geçenlere bakmışlığım da var yalan değil, yoruluyor zira gözlerim duvarlara bakmaktan. Kelimelerimi heba ettiğim de yalan değil. Olur olmaz düşler kurduruyorum bazı.
İyileşeceksiniz diyorum onlara. Benden kurtulacaksınız günün birinde. Dört gözle bekleyin o günü. Dudakları bükülüyor, yüzleri dökülüyor sanıp, bakıyorum: sevinçten takla atıyorlar hepsi. Adıma cüzzam deyip kurtulmak istiyorlarmış benden, ben de sizler gibi sonradan öğrendim.
Benden kurtulacakları günü beklermiş hepsi. Yağmurlar da, rüzgâr da, Eylül de!
Meymenetimin olmadığından mıdır? Elim kalem tuttuğundan mıdır? Yağmuru ellerime hapsettiğimden, kelimeleri hoyratça heba ettiğimden midir? Eylül’ü yaşamak istediğimden midir?
Nedir dertleri bilmeden, kalkıp bakıyorum göğe! Gök, yüzünü bana dikmiş sanıyorum. Aldanıyorum. Aldırıyorum da! Aldırmadan ruhumdaki kargaşayı, alıyorum düşeni payıma!
Sırası gelince, sıralıyorum dağları önüme, sıra dağlar gibi uzanıyorum, size çok abes gelecek sıradan hayallerimle!
Çıkınımda yalnızlık, elimin ayağımın bağı çözülüyor, dayan diyorum, dayan, ne kaldı şunun şurasında kavuşmaya?
Sizlere kalıcı sandığınız geçici hevesler bırakıp, gözünüzü doyuracak toprağa selam çakıyorum!
M’S


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir