Avazımız Çıktığı Kadar Sustuk


 

İçimizdeki harabeleri gömdük biriktirdiğimiz sularla, surlar ördük set çekip önümüze, geçmişimizi, yıkıntılarımızı gizledik. Gözümüzü kırpmadan, iyisine kötüsüne bakmadan yıktık ne varsa.


Kararttık gecelerle birlikte, örttük üstünü. Ölü toprağı serptik, öldürdük eskiyi. Diriltmemek için çaba koyduk üst üste.
Bozguna uğratılmış bahçeler gibi tarumar olduk. Sineye çektik, gizledik, gizlerimizi heba ettik. İçimize giden yolların uçurumlarını gösterdik, uçurumlara heves edenlere göz ucuyla tepkiler çoğalttık.
Panjurlarını indirdik pencerelerimizin, ışık huzmesi yavanlığını tıkadık gündüzleri kovarak kendimizden uzağa.
Söz verdik, tutulmayan sözlerle çıktık, alnımızın kara lekesiyle güneşlere.
Güneşi içimizde söndürmenin verdiği elemlerden haz aldık. Hazlandık.
Kör kuyularda avazımızın çıktığı kadar sustuk, sustukça duymalarını istedik, bencilliğimizin bir adım ötesinde biz vardık yine. Kapanırken de, açılırken de pencereler, görülmekti, belirginleşmekti hafızalarda, hafızamızdan geçenler.
Beni kimseler aramasın, sormasınlar, kalıcılığını yitirsin dostluklar derken bile, harabelerimizin üstüne çektiğimiz örtülerle saklandık dostlukların sinesine. Sinesine vurduk, gözlerimizle, sözlerimizle, kalp ritmini dinler gibi, kalp ritminin heyecanı gibi vurduk.
Görün beni, duyun çıkmayan sesimi, hissedin uzaklaştığım kadar yaklaştıklarımı diye feryatlar yükselttik kulaklara.
Uzattıkça uzattık sözü, suskunluğu da… Her iki tarafı da keskindi bıçağın. Söylerken de, susarken de.
Kestik, keskinleştirdik, dokunan yalnızlığı, dokunan çoğalmışlığı. Çoğaldıkça çekildik inzivaya, çekildikçe kaçtık kendimizden, dokunan dostluklardan, dokunmayan, içimize oturmayan yarenliklerden uzak kaldık fersah fersah.
Öngördükçe sonunu her filmin, baştan yeniden izlemekten bıkmadık. Beğenilmeyi, beğenmeye yeğ tuttuk. Şaşırdı, şaşkındı kelimeler, kelimelerin cümle içerisindeki düzensizliğini, cümlelerin öykülerimizdeki sıradanlığını yansıttık hayatımıza.
Devrikti kimi cümleler, devrildi, boca edildi üstümüze, yağmur yağmur döküldü, toprak toprak çekti içine.
Hangi sevabı karşılıksız işledik ki? Hangi günahı alenen?
Görün beni feryadı vardı. Görün, dokunun, açın yaraları, merhem olmayın, vurmayın neşter. Feryatlar karşılıksız kalmadı, ne merhem olmaya gelen oldu ne de tuz basan kanayan yaralara…
Issız yollara vurduk, dağ demeden, taş demeden, geçtik, dağları geçtik, kendimizden geçtik, yarışta kimse yoktu, kendimizi geçtik.
Sığ cümlelerin kurbanı olduk, betimsiz betimlemelerin… Kifayetsiz kaldık, anlatmadan anlaşılmak, gürlemeden yağmak istediğimizdendi içtensizliğimiz.
Hep bir ihtirasın kurbanı olduk, kıskandıklarımızdan bir adım öteye geçemeden yedik içten içe içimizi. İçimizde kaldı yaşanmaya değer ne varsa.
Çocukluk devresi bitince sahip olduğumuz misketler her şeye geç kaldığımızı resmediyordu gecenin alazında.
Soğuktu gece, üşüyordu çocuk yanımız.

{fcomment}


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir